11 Ocak 2012 Çarşamba

Odam Ateş Denizi

Yalnız  gecelerimden birinde bu kez üşümüyorum . Yanıyorum. Odamı sarımtrak ateşler sarıyor bu gece. Sararıyorum hem ateşten hem korkudan. Öyle bir yangında yüzmekteyim ki vurgun yiyorum ışığa doğru kulaç attıkça. Öksürüklere dalıyorum balıklama, en güzel taşları çıkarıyorum dipten yetmiyor, bir de boy veriyorum beni sahilde bekleyen aileme sonra stilimi değiştiriyorum, kurbağalama yüzüyorum zamana inat. Onun hızında ilerliyorum ateşin dalgasında.Kıyıya varamadan boğuluyorum, özlediğim tarih kokan ışıltılı boğazda. Doğduğum diyarlar, sol elinde şemsiye tutan oyalı mendiliyle yüzünü örten bir kadının attığı voltalarda düğümlenerek geçiyor gözümün önünden. Üsküdar kokuyor kirpiklerimin altındaki ıslaklık. Bir vapurun köpük saçarak aştığı maviliklerde uçuşan martıların kemirdiği susamlar kokuyor saç tellerim sanki.
Rüyalarla savaşırken sen, acımasızca ve de korkusuzca sanal alemlerde sörf yaparken alabora oluveriyor birden nefretler savurduğun şansın.Yılmıyorum senin adına.Şahsına münhasır kağıtlardan gemiler yapıp saldıkça tek takıldığım odamın sularına,  tebessüm ediyorlar sanki çatısı akan duvarımda bana..

Geceler erkenden bastırınca kalelerin başına, kaptırıveriyorum tek nefes koşarak aldığım ve ebelenmeden kaçarak kurtardığım mendilleri. Yeniliyorum masum bir oyunda tüm çocuklara. Görmezden geldiğin, karalarını akıttığın çocuklarıma yeniliyorum. Rengarenk balonlarıma akıtıp nefesimi, usulca salıveriyorum dağları bombalayan helikopterin gezindiği semalara. Avuçlarımdan göğe doğru düşerken balonlar, hırçın bir kuşa yem oluyorlar birden. Bense nemli gözlerimle seçmeye çalışıyorum adının yazdığı pamuklardan dikilmiş bulutları.
Göremiyorum. Yeşile bürünmüş kutudan çıkarıp orta boylu tıknaz mumu mor çakmakla yakmaya çalışırken alevlerin parladığını görüyorum..
Hem yanıyor, hem ağlıyorum. Lakin korkmayasın sakın, gözlerime bir zeval vermiyorum..

Karmaşık,uzun ve dolambaçlı cümlelerimde gezdirirken aşkımı farkediyorum ki özlemim dilimde çadır kurmuş süslemekte tüm kelamlarımı...


Vakit tamam. Bir gün daha eksilirken aşk takvimimden ben usulca pembe kalplerle donatılmış yatağıma doğru yol alayım..

10 Ocak 2012 Salı

Kocagöz ile Kör Prens



Evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarların birinde siyah uzun saçlı al yanaklı güzel mi güzel bir Kocagöz yaşarmış.Bu Kocagöz’ün öylesine büyük ve iri gözleri varmış ki dünyadaki bütün insanların neler yaptığını görebilirmiş.Gözlerini her açıp kapatışında öyle bir rüzgar esermiş ki kirpiklerinden, taş taş üstünde kalmazmış.Lakin gözleri o kadar güzelmiş ki bir bakan kendisini onlardan alamaz deli divane aşık olup dağları aşar,çölleri delermiş.





Günlerden bir gün Kaf dağlarının ardından kopup gelen bir haberci bulutların ötesindeki bir ülkenin kör prensinin bir davet vereceğini ve bütün halkın davetli olduğunu duyurmuş.Bunu duyan bütün halk günler öncesinden hazırlanmaya başlamış.Gel zaman geçmiş git zaman gelmiş kocagöz ve dostları prensin davetini geri çevirmeyip saraya doğru yol almışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler sonunda prensin sarayına varmışlar.





Sarayın altınlarla kaplanmış kapısından adım atmışlar. Saray öylesine kalabalıkmış ki fazladan bir kum tanesine bile yer yokmuş .Derken prensin gelenleri selamlamasıyla gece başlamış ,bir yanda dans eden çiftler bir yanda prense aşık gençler geceye renk katmışlar .Kör prensin o kadar hassas kulakları varmış ki karıncaların fısıltılarını bile duyarmış.Saatler ilerledikçe saraydan yükselen kahkaha sesleri bütün ülkede yankılanmaya başlamış.





Bu arada Kocagöz ay üzerinde uyumaya çalışan minicik devleri görürken gözünden bir damla yaş süzülüvermiş. Bir papatyanın üzerine düşen bu damla birdenbire lal bir meleğe dönüşüvermiş."Ah" diye sızlanmış kocagöz. "Benim gözüm neden bu kadar büyük? Görmeyen onca insan varken haksızlık değil mi ki bu?" Küçük melek elindeki sopasıyla şöyle yazmış bulutlara:


“ bir gün elbet görecektir bütün gözler,


o gün geldiğinde de gülecektir yüzler,


sen o günü bekleyedur gözlerini değil dilini konuştur.”





Bunları yazar yazmaz kayboluvermiş melekçik.Düşüne düşüne salona geri dönüvermiş kocagöz. Tam kapıdan girerken yedi cihanı titreten naif,güçlü kadifemsi bir sesle irkilmiş.Peri kızını andıran bir edayla gözlerini çevirivermiş sesin geldiği tarafa.Lakin o da ne?gözlerine inanamamış olduğu yerde taş kesilivermiş bir anda.





Kocagöz karşısında okyanus mavisi ve orman yeşili gözleriyle kendisine doğru bakan prensi görür görmez içindeki seslerin sustuğunu hissetmiş.Prens öylesine büyüleyici bir şekilde konuşuyormuş ki kocagözün buz kesen yüreği bir anda erimeye başlamış . "Ah" demiş prens " demek siz de gecenin bahşettiklerinin farkındasınız.keşke kokusunu duyduğum şu karanlı bir an da olsa görebilseydim." "üzülmeyin prensim "demiş kocagöz. " bunun bi yolu var."





"Şu okyanusun ardındaki küçücük adada tek başına yaşayan uzun sakallı bir bilmiş var.Bütün ömrünü dertlere deva bularak geçirmiş.Lakin öyle herkesleri kabul etmiyor yanına.Kendi devana duyduğun isteği istiyor avuçlarına.Ay düşmeden gökten düşüverelim yollara.." demiş kocagöz.Prens bir umut kabul etmiş bu teklifi.Kocagöz ve kör prens o gece koyulmuşlar yola.Az gitmişler uz gitmişler 3gün 3gece azgın dalgalara karşı kürek çekmişler.Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişler.





Sonunda ıssız ve vahşi bir adada tek başına yaşayan uzun sakallıyı bulmuşlar.Yanına girip durumu anlatmışlar.Uzun sakallı "tek bir şartım " var demiş kör prense..Ve uzunsakal başlamış anlatmaya


“7 gün batımı boyunca gezeceksin benim ıssız adamda


Yalnızca bir kişi anlatacak gördüklerini sana


ve sen hepsini çizeceksin sana vereceğim kağıtlara.


İçlerinden en gerçekçi olanından bir göz yapacağım sana.”





Kör prens kocagözle birlikte düşmüş yine yollara.Kocagöz gördüğü ne varsa anlatmış tüm ayrıntılarıyla.Öyle güzel anlatıyormuş ki çiçekleri ,böcekleri ,ağaçları ve ormanları hayran kalmış kör prens tüm bunları anlatana..





7 gün boyunca bütün adayı gezmişler.Son gece ay çıkınca gökyüzüne bir ağacın altına sığınmışlar yine.Kocagöz o kadar yorgun düşmüş ki anlatmaktan oracıkta uyuyuvermiş hemen.Kör prens usulca eğilmiş kocagözün yanına.rüzgarla birlikte uçuşmaya başlamış kocagözün saçları.cennet gibiymiş kokusu.yavaşça yüzüne dokunmuş , gözlerine takılıvermiş eli ,sonra upuzun kirpiklerine değmiş usulca..Kör prens dayanamamış almış eline uzunsakalın verdiği kağıtları başlamış çizmeye ellerinin hayalinde bıraktığı izleri..Sonra yıldızlar dökülüvermiş gökten,güneş görünmüş birden.Uyanıp en derin uykulardan gidivermişler uzunsakalın yanına.Almış eline resimleri saatlerce incelemiş uzunsakal.Hepsi o kadar gerçek gibiymiş ki çok şaşırmış. Fakat bir tanesi adeta bir fotoğraf gibiymiş."Tamam " demiş kör prense.."Bir gün içerisinde göreceksin sen de.."


"Günbatımına kadar bana biraz izin ver" demiş uzunsakal. "Sen de git biraz dinlen”. Kör prens adanın en muhteşem kıyısına gitmiş sevinçle.Hoplamış zıplamış bir süre,çığlıklar atmış gönlünce.Sonra atıvermiş kendisini denize.. Derken batıvermiş gün gizlice.Kör prens martıların yardımıyla soluğu almış uzunsakalın evinde."Uzan bakalım" demiş uzunsakal."Şimdi hiç korkmayacaksın.Ve derin bir uykuya dalacaksın ..uyandığında da rengarenk olacaksın.."





Uzanmış masaya kör prens.Başlamış kalp atışlarını saymaya..1,2,3,4,5 derken dalıvermiş son kez karanlıklara..Çiçekleri duymuş en güzel şarkılarını mırıldanırken.sonra bulutlar çıkmış bir anda..Mavileri öpmüş uykusunda. Derken uyandırılmış en tatlı uykusundan.Uzunsakal açıvermiş kör prensin yüzündeki örtüyü.Kör prens derin bir sessizliğe gömülmüş.sağa bakmış sola bakmış..Ellerine bakmış sonra kendi ellerine..Renkleri görmüş pencereden bakmış etrafa..





Sonra kocagözün yerini sormuş uzunsakala."Gitti "diyebilmiş uzunsakal.Peki ama neden??? İnanamamış kör prens hemen koşuvermiş peşinden.Kokusundan izini sürerek yakalamış kocagözü.Lakin o da ne? Kocagözün diğer gözü de nerede? Tam o anda anlamış olan biteni.İkisi de bir aşk meleğinin olmuş esiri.Öpüvermiş prens kocagözü.Gülüvermiş her ikisinin de yüzü.tam o anda yine görünmüş aşk meleği. Ve anlamış kocagöz meleğin niyetini.


Masal bu ya evlenivermiş bizim ikili.Kırk gün kırk geze düğün yapmışlar hem de pek afili.Eee onlar ermiş muradına biz de çıkalım kerevetini=) ee gökten de düşmüş elmaların en irileri lakin hepsini de yemiş bizim gonci delisi=)

9 Ocak 2012 Pazartesi

Teneffüs



Bir nefeslik aranın en soğuğunda karları aşarak içim ürpererek adım attım evime..Birkaç dakikaya sığdırılmış teneffüslerimden birindeyim.dün gece yağan kardan mıdır bilinmez sol yanımda bir kabarıklık hissediyorum.Acıyorum.Ne derdime bir çare bulabiliyorum ne de hastalığıma bir deva..Yoklukların memleketinde "Anadolu"yu işliyorum Türkçe dersinde. Anadolu'nun güzelliklerini anlatıyorum çocuklarıma. Haydarpaşa'dan Antep'e uzanan bir yolculuk yapıyoruz birlikte.. Ülkemin batısını anlatıyorum çocuklarıma. Denizi anlatıyorum dalgalarıyla. Karadeniz'deki yunusları anlatıyorum. Ağustosu, kirazları, yazın cıvıltısını, elma şekerini, pamuk şekerlerini anlatıyorum çocuklarıma.. En mahsun bakışlarını fırlatıyorlar meslek hayatıma. Doğunun dışına çıkıp birkaç gün kalan çocuklar en mağrur tavırlarını takınarak hava atıyorlar diğerlerine. Trene bindiklerinden olsa gerek pek bir batılı gibi davranıyorlar. Kıyamıyorum. Ülkemin tarihi güzelliklerini fotoğraflıyorum çocuklarımın ışıltılı gözlerine. Bildikleri en iyi müzik sanatçısının "müzük örtmenleri"nin olduğu bu coğrafyada bütün sevgimi onlara harcıyorum cömertçe.


Sınıfıma adım adım ilerlerken içerden gelen bağırışlara çağırışlara aldanmadan kapıyı açtığımda mum gibi dizilen öğrencilerimin gözlerine bakıyorum her öğlen.. Bir konuyu araştırmak için köpeklerin, kurtların saldırılarına göğüs geren cesur öğrencilerime bakıyorum her gün.. Saçıma dokunmak için birbirini ezen, her akşam çıkışta yanağıma öpücükler konduran, sınav kağıtlarına sevgi dolu cümleler yazan öğrencilerime bakıyorum hayran hayran.. Doyulmuyor güzelliklerine. Saflıklarına. Temizliklerine..

Büyümeseler keşke..
Bir ideolojinin kurbanı olmasalar büyüyüp de..
Bir inanışın peşinde sürüklenmeseler keşke..
Dağlara hapsolmadan büyüseler ya da..
Ektiğim fidanlarım ülkeme meyveler verebilse keşke hiç taşlanmadan, korkutulmadan..

Bu memleket bizim de peki bu dağlar kimin?
Bir garip hale düştüm nicedir.
Gitmelere çok kala bir tuhaf rüzgara kapıldım uçuşuyorum..
Sürükleniyorum.
Çocuklarımla..

Tüm öğretmenliğimle ve de goncalığımla..

On beş Tatil


Bir rüzgarın peşine kapıldım gidiyorum sol yanımdaki sancılarımla.
Görüp görebildiğim dünya; bir heykeltraşın aylarca oyduğu taş duvarlara sıkıştırılmış bir pencerenin dışında posterleştirilmiş uçsuz bucaksız beyazlık.Beyazın her çeşidine rastlamak mümkün bu diyarlarda.Erimedikçe üst üste yığılmış mavimsi beyazlık,çocukların oyunlarına ev sahipliği eden kirlenmiş ayak izli siyahımsı beyazlık,koyunların yünlerinden akan sarımsı beyazlık. Temizini bulamıyor insan bu coğrafyada.
Şimdi ise bir sandığın en ücra köşesine kitlediler beni. Naftalin dahi kokmuyor üstelik bu karanlık. Oyalı mendil de yok,rengarenk patikler de.Ne bir masa örtüsü var üstümü örtmeme yarayan ne de bir havlu kenarı var alnımdaki teri kurulayan..
Sıkıştım kaldık bu dağda. Hapsedildi tüm emeklerim ülkemin en doğusuna. İki bin küsürlü şu rakımda Müzeyyen Senar dinlemek yetiyor sarhoş olmak için beyaz peynirle donatılmış masalarda. Ne yana kaldırsam başımı gözüm kamaşıyor yüksek yüksek tepelerdeki beyazlıklardan.. Aşrı aşrı memleketlere postalamışlar gelinlik kızları, annelerin yelkeni yok, babaların bir atı yok. Kurtuluş yok. Çıkış yok.

Bir avuç deniz yürekli dalgalı ruhlu insanları kusmuşlar sanki bu dağlara.
On beş gündü yumruk kadar sol yanları mutlu eden.
Sadece on beş gündü yüz güldüren, ana sıcaklığında bedenleri ısıtan, baba yüreğinde güven bulduran. Kardeş kokusunda sarhoş eden. On beş gün..

Olmadı.
Şimdi kocaman baharı bekleme vakti kavuşmak için vatana.
Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz,yatcaz kalkcaz...
O güneş hiç doğmayacak gibi sanki.
Haziranlarda ölmek zorlaşacak gibi.
Temmuz hiç gelmeyecek gibi sanki dört nala.

 Herkesler gidecek de topraklarına, ben volta atacağım okulumun bahçesinde.
Pınarların eşmesinin duvarlarına çentikler atacağım.
Bir şafaktan bir şafağa sayacağım günlerimizi...

Acıyor sol yanım...