Sarı sonbahara uyandım birbirini takip eden ve esas duruşa geçen sayıları doğuran bu sabah. Bir fırtına tuttu beni sonrasında.. Sancılarımla besteledim yanık türkülerimi... Ben yaktım ucundan notaları, gözlerim çaldı bedenimi saran tellerin konuşturduğu bağlamayı.. Dile geldik bugün yanan canımla.
Bir değişiklik yapıp pembe duvarımda sallanan Eyfel Kulemin solundaki mezarlık manzaralı balkonuma çıktım bugün. Volta attım üç adımlık mekanda. Derin derin nefesler aldım sonra buğusundan küçük beyaz bulutlar doğurduğum..Mehtaba karşı Türk Kahvemi de yudumladım telvesinden geleceğimi yorumladığım, dlieklerimin ucuna ip bağlayıp fincanımın en derinine salladığım..
Odamın her köşesini arşınlayıp, her açıyla diz çöktüm kesilmeyen elektriğin aydınlattığı televizyonumun önünde..
Ağustosun en altısında kanaviçe işler gibi ince ince işlediğim soyadım, boğaz turları atarken yoldaşlarıyla, ben ise mutfak pencereme koştum bir hışımla. Yaprakların hışırtısını dinledim bir değişiklik yaparak. Yağmurun senfonisine kulak verdim sonra. Ayaktaydım lakin yorulmadım.. Sadece yalnızdım oysa ki..
Susturdum sonra doğayı tüm sarışın ve uzun tırnaklı hemşirelere inat. Avaz avaz sustum ben de. Öyle susuşlarım oldu ki bu gece; kalabalığın arasında seyahat eden yanık kahkahalara karışıverdim gizlice..
Uzaklardan yakaladım, limon kokulu bir bulaşık deterjanıyla boyanmış baloncukları.. Avuçlarımda duruyor hala..
Nefes nefeseyim. Can acılarımı hüzünlerime karıştırarak potpori yaptım tüm İstiklal'de avare avare gezinebilen insancıklara.. Canları sıkıldıkça şöyle bir tur atıp bir de deniz havasını da heybelerine ekleyip hala iflah olamayan insancıklara.. Her hafta sonu gürültüler büyütüp batıya migren olan insancıklara işte..
Üç odalı ülkemde Kasım'daki yasımı tutuyorum halbuki ben..
Artık güneşi geç batırmak istiyorum ve de ben...
10 Kasım 2012 Cumartesi
9 Kasım 2012 Cuma
Sim
Karanlığı mesken bellediğim ; kışa
asker selamı çakan beli bükük bahar günlerinde; ayağıma sardığım sarı simli patiklerle
ısınmanın acı tatlı hüznünü yaşamaktayım. Hangi buruşmuş, yıllara analık etmiş
ellerin, günlerce yorulmadan dokuduğunu
bilmesem de, o kınalı ellerin ait olduğu
simaları tanımasam da şükrediyorum
heybetli bir çınarın gölgesine meylettiğim odamın sağ köşesinde..
Karıncaların kıvrımlarına hayretliğimden midir bilinmez günlerdir aynı sabır ve sükunetle rakamları öğretiyorum çok aylıklarıma. İlk göz ağrılarımla kan bağlarının kuvvetliliğinden, yabancılık çekmiyorum hiçbirinin yüzüne.. Ellerimle doyuruyorum karınlarını, ellerimle temizliyorum burunlarından dudaklarına doğru süzülenleri.. Sarıp sarmalıyorum her birini. Kalp atışlarını dinliyorum onlara dokunduğumda. Fırtınanın dalgalara çarpışı gibi ivmeli oysa..
Dağlarına bir türlü alışamadığım şu diyarlarda çocuklara saklıyorum tüm anaç duygularımı. Islak kalemlerine dokunduğum o anda iğrenmediğimi hissettiğimde, düğümleri çözmekle uğraşıyor ses tellerim. Boğuk, donuk ve titrek vızıldıyorum sonrasında..
Çöp kovasını iki yanından tutmuş okulun arkasında açılmış kuyuya dökmek üzere yol almış ikizlere ilişiyor gözüm . Savaş’ın ve Barış’ın aslında ne olduğunu o an anlıyorum.. İkisinin de tek amacı döküvermek birikenleri..
Ne tuhaf… Belki de seksenlerin son demlerinde baş gösteriyordu böyle yokluklar..
İlk kez güneşin ülkemin doğusuna gülümsemesinden midir yaşanılan bu derin karanlık bilinmez ama sıcak günlerde kalın parkalarına gizleniyor elleri kara ve büyük adamlar. Başlarındaki çembere sıkıştırıyor eşmelerin pınarlarındaki kırmızı yanaklı kadınlar şişi inmiş karınlarına sığdırdıkları yeni dünyaları..
Dağ havasını ilk kez solumamın, baba ocağımdan ayrılmamın üzerinden bir koca yıl geçirdim. Özünde dört mevsim barındıran ülkemin sadece birisiyle idare eden insanlarla tanışmamın sene-i devriyesi..
Yüzüksüz arşınladığım kalelerin başındaki yollarda gariptir ki sol parmağıma işlediğim yeni soy adımla adımlıyorum aynı çıkmazları… Yalnızlığımı elimden alan adama şükrederek adımlıyorum o yolları..
Karadeniz’imin yeşillerini biriktirdiğim ruhumdan çalıyorum
ömrümü.. Hayallerimin sığlarında
boğuluyorum farkında olmadan. Bu kadar imkansızında uçarcasına sallanacağımı
düşlememiştim oysa ki.. Karıncaların kıvrımlarına hayretliğimden midir bilinmez günlerdir aynı sabır ve sükunetle rakamları öğretiyorum çok aylıklarıma. İlk göz ağrılarımla kan bağlarının kuvvetliliğinden, yabancılık çekmiyorum hiçbirinin yüzüne.. Ellerimle doyuruyorum karınlarını, ellerimle temizliyorum burunlarından dudaklarına doğru süzülenleri.. Sarıp sarmalıyorum her birini. Kalp atışlarını dinliyorum onlara dokunduğumda. Fırtınanın dalgalara çarpışı gibi ivmeli oysa..
Dağlarına bir türlü alışamadığım şu diyarlarda çocuklara saklıyorum tüm anaç duygularımı. Islak kalemlerine dokunduğum o anda iğrenmediğimi hissettiğimde, düğümleri çözmekle uğraşıyor ses tellerim. Boğuk, donuk ve titrek vızıldıyorum sonrasında..
Çöp kovasını iki yanından tutmuş okulun arkasında açılmış kuyuya dökmek üzere yol almış ikizlere ilişiyor gözüm . Savaş’ın ve Barış’ın aslında ne olduğunu o an anlıyorum.. İkisinin de tek amacı döküvermek birikenleri..
Ne tuhaf… Belki de seksenlerin son demlerinde baş gösteriyordu böyle yokluklar..
İlk kez güneşin ülkemin doğusuna gülümsemesinden midir yaşanılan bu derin karanlık bilinmez ama sıcak günlerde kalın parkalarına gizleniyor elleri kara ve büyük adamlar. Başlarındaki çembere sıkıştırıyor eşmelerin pınarlarındaki kırmızı yanaklı kadınlar şişi inmiş karınlarına sığdırdıkları yeni dünyaları..
Dağ havasını ilk kez solumamın, baba ocağımdan ayrılmamın üzerinden bir koca yıl geçirdim. Özünde dört mevsim barındıran ülkemin sadece birisiyle idare eden insanlarla tanışmamın sene-i devriyesi..
Yüzüksüz arşınladığım kalelerin başındaki yollarda gariptir ki sol parmağıma işlediğim yeni soy adımla adımlıyorum aynı çıkmazları… Yalnızlığımı elimden alan adama şükrederek adımlıyorum o yolları..
Yağ satıp da yanına balını iliştiren çocuklarla kaçan tavşanların onları kovalayan tazıların peşlerine düşüşlerim belki de bu yüzden.. Zürafaların aşkına fillerin düştüğü şaşkınlıkla yumuyorum gözlerimi bir sonraki sabaha..
Biliyorum bir gün postacı gelecek. Ve bana selam verecek.. Sonrasında elimdeki valizime sıkıştırıp iki koca dili ve uçurumun ayırdığı diyarları alıp başımı gideceğim ait olduğum yere.. Aklımı bırakıp yol alacağım bir asır ötesine.. Geçmişlerden geleceğe uçacağım adıma ayrılmış koltukta hem de..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)