11 Aralık 2011 Pazar

On iki Ay

Bahçe EKİM'ini bitirdikten sonra KASIM işlerine başladım, daha sonra kafayı ARALIK bırakıp, OCAK'ı yaktım...keyfe baktım...baharı bekledim...yağmurlarla yıkanıp, karlarla oynadım ve   ŞU BATan güneşin yamaçlarından kendimi bırakırken boşluklara MARTılara bölüp bölüp attım heyecanımı..NİSANlarda hulohoplar çeviren insanları topladım mahsun çalılıkların ardından. zardan adamlarrın düşeşlerinde "bak, aylardan MAYIS.
aşık olmalı, uçurtma yapmalıyız""" nidaları yankılanırken HAZİRANlarda ölmek zorlaştı..TEM otoyolundan MUZlar dağıtıldı yurdumun burjuvalarına..AĞUSTOS sıcaklarında üstleri kirletebilecek çamur yığınları bulundu sonra..
iskender pala anlattı bize gelen hazanı..VE uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter–kitap pazarı sarıp sarmaladı halkımı... eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar giriverdi evlere....EYLÜL işte; nâm–ı diğer, acının mührü...nâm-ı diğer melal... 
üneşin yamaçlarından kendimi bırakırken boşluklara MARTılara bölüp bölüp attım heyecanımı..NİSANlarda hulohoplar çeviren insanları topladım mahsun çalılıkların ardından. zardan adamlarrın düşeşlerinde "bak, aylardan MAYIS.
aşık olmalı, uçurtma yapmalıyız""" nidaları yankılanırken HAZİRANlarda ölmek zorlaştı..TEM otoyolundan MUZlar dağıtıldı yurdumun burjuvalarına..AĞUSTOS sıcaklarında üstleri kirletebilecek çamur yığınları bulundu sonra..
iskender pala anlattı bize gelen hazanı..VE uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter–kitap pazarı sarıp sarmaladı halkımı... eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar giriverdi evlere....EYLÜL işte; nâm–ı diğer, acının mührü...nâm-ı diğer melal

2 Aralık 2011 Cuma

Hoşça Kal Sakarya




Adanın son gününde,anne eli değen çıtır böreklerin kokusu sarmışken evin duvarlarını "gitmeler" kabarıveriyor sol yanımda..



Sıcak,yeşil,huzur dolu bir ovadan omuzlarına kar yüklenmiş,soğuk,korku saçan dağlara doğru yol almanın zorluğunu,





Biliniz ki; şilanımın,ekinimin,azatımın,ömerimin,kurbanımın,esmamın ve tüm çocuklarımın kömür gözlerindeki ferahlığı tahayyül ettikçe unutmakla kalmıyor çehremde oluşan tebessümden alıyorum kudretlerin en yücesini.


Şimdi gitme vakti.


Elveda..

27 Kasım 2011 Pazar

Huzur'a heybeden bir teşekkür..

Ağustosların sıcaklarında dolanırken aylak aylak ve de düşünürken Van kedilerini,yıkılmamış sokaklarını,gölünü,insanlarını,dağlarının ardını gölgeni gördüm birden.Ürkektim.Sana sığınmaktan korktum.Sende dinlenmekten çekindim.Koşarak uzaklaşmak istedim.Adımlarım köreldi.Bir arpa boyu yol kat edemedim gölgenden.Sonra insanların midelerinde uçuşan o kelebekler konuverdi burnuma.Renklerine kapıldım.Ömürlerinin kısalığına aldırmadım,derken sol yanımda yuva yaptım onlara.


Karpatlardan gelmiş olmanın ve yine uzak diyarlara gidecek olmanın hüznünü taşıyorken sen avuçladın bütün yükümü o andan itibaren. Gözüm gözüne değer değmez kucakladın ağırlıklarımı. Korkularımı sakladın. Elektriğimin olmadığı anlarda sen aydınlattın pembe duvarlı adının yazılı olduğu odamı. Silah seslerini nefesini dinleterek duyurmadın bana.


Sesinle uyandım orada. Sesinle uyudum. Sesin ile geçirdim günlerimi. Yemek yaptım seninle konuşarak. Okan’ı izledik her akşam sen bir uçta ben bir uçtayken. Uzaktaydık birbirimizden. Ama uzaklaşmadık hiç yüreklerimizden.


Yine gitmelerin o iğrenç tadı sardı damaklarımı.Denizlerdeki karartıları göremeyecek olmanın şiddeti kapladı hislerimi.Bu kez sen de gideceksin.Bu kez birlikte gideceğiz.


Şimdi sıra ben de sevgilim; ben bekleyeceğim yolunu dağların ardında.Ben sayacağım şafağını senden kilometrelerce uzak bir sınır köyünde.Sınıfımdaki tahtada yazacak sana kavuşacağım gün sayısı.Adınla kuracağım hikayelerimi Türkçe derslerimde.Ben de asker olacağım seninle birlikte.Silah yerine kalem tutacak ellerim,tebeşir kokacak her yanım.


Serkan Yanık; beni ayağa kaldıran adam.Kocagözlerime renk verenim,biz neleri başardık seninle,askerliği de yer bitiririz koca göbeklerimizle=)


Hayatımda olduğun için sana minnettarım.


Seni seviyorum.

22 Kasım 2011 Salı

Kaçmaca Gitmece



Kaçıp gitmeyi istemekle başlıyor her şey .
Kaçıyorsun gittiğini sanıyorsun.Kaçtıklarından beterlerine yakalanıyorsun gittiğin yerde.
Geri dönmeyi istiyorsun sonra delicesine.
Kaçacağın yerlerde elektriğin yoksa suyun yoksa her gece silah sesi duyuyorsan geri gelmeyi diliyorsun uyumadan evvel ki zaten çoğu geceler uyuyamıyorsun da korkudan.
Ama kaçmak yetmiyor gitmek için.Gittiğini sanmakla da kaçınılmaz oluyor kaçtıklarına gittiğin yerde yakalanmak.
İyi düşünmek lazım.
Kaçtıktan sonra elindekileri kaçırdıkça anlıyor insan aslında kaçmak istediklerinin onu kaçıracak kuvvette olmadığını.
Sen nereye aitsen orda kal aslında.
Ya da kaçmadan git sen.
Git ki gör ordaki hayatı.
Git ki öğren gözünün hiçbir zaman göremeyeceklerini.
Git ki gör.Gör ki anla kaçmak istediğin yerlerin aslında kalmayı dileyeceğin yerler olduğunu.
Sen sen ol gitmeden gel.
Sen sen ol kaçmadan git.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Bensem?

Balonlarla doldu kesem
Keşke herkesi terk-i diyar eyleyebilsem
Sadece uyumak istesem
Hiç küçülmesem
Durup da müzik mi dinlesem
Yoksa koşup da martıları düşman mı bellesem?
Ne yapsam ne etsem?
Keşke bomboş yaşayabilsem
Beynimi azat edebilsem
Yorulmasam
Üzülmesem
Sevinmesem
Görmesem
Duymasam
Ya görmek istersem
Duymayı denersem?
Acep ne olur aşkı öldürsem?
Peki ya aşk bensem?

Tomurcuk

Uzaklardaydı buğday tenli,kömür gözlü çocukluğum.Sarı sarı saçları vardı.Uzadıkça kesilen,kesildikçe uzayan.
Uzaklardaydı çocukluğum.Sıra sıra dizilmiş dağların ardında git git bitmeyen yollarla kardeş mekanların birindeydi.Kışın ardından yitip de gidemeyen yazların kucağında büyürdü.Denizin karasından emerdi yüreklerin en temiz olanını..
Büyüdükçe çimen gözlülerden,dağ yeşillerden dikti gönlünün en büyük ocağına sevda örtülerini.Büyüdükçe serpildi,serpildikçe büyüdü..
Çimenlere bakarken titreyen koca kara gözleri gördüklerine şaşırdı,duyduklarına inanırken inandıklarını unuttu.
Uzaklardaydı çocukluğum.İki dağın arasındaki sahil şeridine yaslanırken buldu bir gün büyüttüklerini ve büyümüşlüğünü…
Kuraklar kuruturken gözlerdeki çimleri,çocukluğum büyüyüverdi geride bırakırken kim bilir kimleri…
Çocukluğum uzaklardaydı ve uzaklar çimenlerdeki tuzaklardı..

Karaoğlan

Baharın son demlerindeyken daha
Ve gizleyemezken derinlerdeki aşkımı
Daha uzun yaşarım güneşin selamladığı sabahları
Ölümle didişenler oldukça daha
En uzun gölgeler düşerken akşam saatlerinde meydana diktiğimiz çubuklara
Martılar kanat çırpmadan çıkmalıyız yola
Beyaz güvercini özgürlüğüne kavuşturan "karaoğlan" ellerin sıkı sıkı tutmalıyız Masmavi uykusunda
Yitip gitmemeli "özgürlük"
Yitip gitmemeli "karaoğlan"
Biz büyümeden daha...

Babam

Bembeyaz toprağın ardından ağıt yakan baba yüreği görülmeye değer mi acaba?

Havanın soğukluğu mu yüreğimin soğukluğuna neden olan yoksa dün gece yağan ilk kar tanesi mi? Toprak yerine gönlüme mi düştü ki acep şu melet? Yer çekimimi galip gelemedi yürek çekimime yoksa?

Dün gece yağan kar tanesi mi peki bu yüreğimden çıkıp gözümden akan? Ah sevilmeye layık değil bu kara kış. İç soğutanın iç ısıtanı derbeder etmesi ne hazmedilesi zordur bir tek kış günü doğanlar bilir…

Kış günü doğanlar… Karşılarına çıkan ilk engebenin bedeni üşüten olmasına göğüs germekle görevlendirilenler, ta kendileri işte; güneşi bilmem kaç ay sonra görenler, sarıyla çok sonra müşerref olanlar yahu... Acınacak bir hal değil midir ki bu?

Baba yüreği…

Ne de tabiri, tasviri, betimlemesi zor bir tamlama.Belirtisiz olarak adlandırılmış ana dilimin anayasasında lakin belirttiği ne de çok şey var aslında…
Ey okur! Bir okusana sen de “baba yüreği”ni. Bir resmetsene gözünün karasına babanın yüreğini. Ne de çok renk var ona dair yakışan… Kırmızının kanı, beyazın safı mavinin derini ve yeşilin teni…Hiç yeter mi ki babana sen söyle hadi?

Kapımızda konaklıyor yeni yıl. Yaşanılmaya mı meraklı ne? Ne var ki acep heybesinde? Ne getirecek bize peki bizden götüreceklerine kıyasla? Tutacak mı yerini bu yılın? Sığabilecek mi bu senenin yerine? Dar mı gelecek acep yoksa belinden mi düşecek?

Babalara gelsin… Şu yaşanacak dört mevsim var ya hani kapınızda elleri karla dolu bekleyen babalara armağan olsun bu seneden…

Elime devrilen kelamlarım fısıldıyor kulağıma hadi artık koyuver şu noktayı diye…

Lakin anlatamıyorum ki öznesi baba olan cümlenin sonlandırılamayacağının imkânsızlığını…

Sen söyle hangisi yakışır ki babanın ardına?

Ve ben tüm Türkçeye inat noktasız bitiriyorum yazımı baba ocağımda…

BABAM SAĞ OLSUN

Yar Yüzü

Yazdan kalma bir Kasım sabahı...Sarı sapsarı kokan pazartesiler,cumalar..
Hüzün kovan kuşlar çoktan güneyin yolunu tutmuşlar.Bir ben kalmışım kuzeye yakın bu diyarda bir de adın kalmış göz kapaklarımın şişkinliğinde.Dünyanın ağırlığı var sanki üzerimde.İki yana sallasam başımı yıkılıverecekmiş gibi duruyor tüm dikili taşlar.Nerden bilmem aklıma geldi birden geçmiş zamanın birinde bir dikili ağacınız olmalı demiş adını heybemden hiç düşürmediğim bir cümle kurucu.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine..
Sonbaharın yağmurlarına güvendiğimden besbelli göz ardı ettim yüreğimin ateşe verilen yerlerini.Üflesem söner sandım,bu yıl yağmur çok yağar sandım.Bu sanma sürecinde dans ederken akrep ile yelkovan içimin külleri dağılıverdi birdenbire yaryüzüne...
Yazdan kalma bir Kasım sabahı.Limon tadında salılar,pazarlar...

Eylül'den Akanlar

imini denize nazır yeşillikte yakalıyor şeytanın soyundan gelenler,kimini denizin tam ortasında boğmaya kalkışıyor insan suretinde görünenler.

Ölüm bazen keşke denilenlerin arasına yazdırıyor ismini.Arzu edilen hatta tercih edilen oluyor.

Dost mu düşman mı şu yağmur bulutları? Yağıverseler silip süpürecekmiş gibi hükmediyorlar semalardan yeryüzündeki karıncalara.Karıncaların çalımlarına bakın hele.Adımlarının ardında bıraktıkları izlerin kudretine bakın.

Denizin tuzu söndürmüyor renkli gözlerdeki kötülüğün karasını cayır cayır yakan ateşi.Rüzgarın sesi gizleyemiyor bir gencin acısının yedi düveli ayağa kaldırıcı çığlığını.

Ah şu sahip olma id'i.Ah şu ilkel benlikler.

Kaçınca;katran bulaştıran gözlerde diniyor mu suçluluk duygusu? Kapanıyor mu yaralı bir kızın hafızasındaki derin çukurlar?

Rap rap rap.Askerler geliyor içlerin ıraklarından.Mayınlar ard arda yıkıyor körpe hayatları.

İşte kimini denize nazır bir yeşillikte buluyor kötülerin âsası,kimini denizin tam ortasında yalpalayan sandalda.Ve için için ağlıyor evlatlarına kötülüklerin anası...

Onikiay

Bahçe EKİM'ini bitirdikten sonra KASIM işlerine başladım, daha sonra kafayı ARALIK bırakıp, OCAK'ı yaktım...keyfe baktım...baharı bekledim...yağmurlarla yıkanıp, karlarla oynadım ve   ŞU BATan güneşin yamaçlarından kendimi bırakırken boşluklara MARTılara bölüp bölüp attım heyecanımı..NİSANlarda hulohoplar çeviren insanları topladım mahsun çalılıkların ardından. zardan adamlarrın düşeşlerinde "bak, aylardan MAYIS.
aşık olmalı, uçurtma yapmalıyız""" nidaları yankılanırken HAZİRANlarda ölmek zorlaştı..TEM otoyolundan MUZlar dağıtıldı yurdumun burjuvalarına..AĞUSTOS sıcaklarında üstleri kirletebilecek çamur yığınları bulundu sonra..
iskender pala anlattı bize gelen hazanı..VE uçuk benizli koşuşturmacalar, yeniden kurulan defter–kitap pazarı sarıp sarmaladı halkımı... eski okul çantasına kalem yerine ancak gözyaşını koyarak okula giden minik adımlar giriverdi evlere....EYLÜL işte; nâm–ı diğer, acının mührü...nâm-ı diğer melal...