30 Aralık 2013 Pazartesi

İkibinondört

Baharın son demiydi hayatlarına gökten düştüğüm o an. Lal kesildim. Âma oldum bir eylül sabahı. Bilmediğim diyarlara terketmişti beni devlet babacığım. Penceremden görünen manzara okuldu sadece. Her akşam okula bakararak uyur, her sabah zil sesiyle uyanırdım.. Sonra bembeyaz örtüsünü örtünce Tanrı bizlere, birbirimize sarılarak ısındık minicik yüreklerle. Doğuydu orası. Yokluktu öteki adı. Soğuktu. Kalın derili, gür kaşlı, esmerdi. Lakin çocuklar hep beyazdı. İki bin on üçü karşılarken beraber, üzerimizde montlarımız vardı. Bazılarında sadece mavi önlük.. Kat kat giyinip de yine de üşürken biz kocaman insanlar, onların yürekleri ısıtırdı bedenlerini hep.. Çocuklarım.. Koyun kokan evlatlarımı bir kış sabahı bırakıverdim Şubat'ın kollarına.. Sonra pırrrrr uçuverdim Batı'nın kucağına..
Doğunun yazını üşüyerek geçirdiğim günlerden sonra metropole düşen yolumda kayboldum evvela. Metro istasyonlarına hapsoldum. Geçemedim bir türlü karşıdan karşıya. Kimseye çarpmadan yürüyemedim kaldırımlarda. Vapurlara koşarak binmeyi öğrendim oturabilmek için. Koşmanın ne mühim bir eylem olduğunu ve hep bir yerlere yetişmenin zorluğunu öğrendim batının en afillisinde. Zamanın gelişini dört gözle beklerken dağların ardında, ona veda edemeden gittiğini gördüm batıda.. Zaman yoktu. An yoktu buralarda. Hep geçmiş yaşanıyordu işte doğuda umulan geleceğe inat.. Hep kaçıyordu her şey ve herkes koşuyordu işte buralarda.. Suratlarda koca bir endişeyle asılmış yüzler dolaşıyordu Kız Kulesinin göz kırptığı diyarlarda..  Kar yağıyordu beyazını gösterene dek sonra ver elini koca bir telaş. Bir buçuk metre karın tam ortasında kurtlar kovalarken tezek kokan sobalı evlerine giden çocukları, ona inat mahsur kalıyordu şehirliler tuptuzlu yollarda..
 Uğurlarken iki bin on üçü gündemdeki ayakkabı kutularına ayağında terlikle kilometrelerce yürüyerek okumaya giden çocukların umutlarını sığdırarak, bilmem kaç lira para bayılınan partilerde karşılıyoruz iki bin on dördü. Ho ho ho ho....

Her şey bir yana kopardığım her takvim yaprağı musmutlu evlatlar bağışlıyor bana. Her biri sol yanımda derin izler bırakıyor..

Doğudakinin batısıyla özdeş olduğu yıllar ve evlatlar diliyorum herkese..

Mutlu yıllar! 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Merdiven



Masum bir ağustos sabahı uğurlarken seni evimizin kapısından gözlerim dalıverdi merdivenlerin en derinine. Bir rüzgar esti evimden saçlarıma. Dağ kokuyordu her yan. Deniz kokuyordu sonra. Gidişlerim çıktı karşıma. Ağlayarak. Veda edişlerin beni. Sonra ver elini şafak sayma keyifsizliği. Bir güldüm bin düşündüm. Sana yazdığım geceler geçti önümden. Selamlayarak bizi. Meğer ne güzelmiş güneşin batışına dek olan ayrılıklar. Meğer ne güzelmiş geleceğini bilerek uğurlamak seni. Meğer ne öteymiş her sabah yaşadığım ayrılığın akşamında, vuslatların oluşu. 
Yığınla saydığımız günlerin ardındaki sabahları birlikte karşılamak ne büyük bir ödülmüş meğer.
Yine ve her zaman Şükürler Olsun ! Beni sana , aileme kavuşturan Allah'a.
Ağaç kokan bir kitabın sayfasında buldum Atilla İlhan'ın hissi senedini, gezdiresin gözlerini cümlelerin yeşillerinde diye. Sonra sadece yum gözlerini..


"Sarmaşıklı bir ev, güneşli tertemiz camları,yine chopin’den révolution’u çalar komşumuz,sen işinden ben işimden dönünce akşamları,soframız hazır taze ekmek limon çiçekleri,billur bardakta şeker gibi tatlı suyumuz,sonra ben sana nâzım’dan şiirler okurken,üşüşür penceremize gece kelebekleri,artık dalar gönlümüzce büyük şeyler düşünürüz,neler düşünürüz sevgilim neler düşünürüz,her sıçrayış bir birikişe bakar,her birikiş bir sıçrayışı hazırlar,baştan başa tarih birikip sıçramalarla doludur,yine chopin’den révolution’u çalar komşumuz,saat kulesi gecenin on birini vurur,varıp deliksiz uyuruz uyuruz sabahleyin,bıraktığımız yerden hayata başlamak için…

10 Şubat 2013 Pazar

Vakit Tamam

 Ne heyecanlıydım bu dağlara adım attığım ilk an. Elimde evraklarım yanımda ailem oradan oraya koşuşturarak birkaç güne sığdırdık ilk ayrılık acımızı. İlk kez ailemden ayrı bir evde uyuyacaktım artık. İlk kez uzağında olacaktım annemin. İlk kez pazar sabahları uyandıramayacaktı babam beni en sevdiğim uykumdan..
İnsanlar gördüm. Tel tel. Renk renk. Katran karasını da gördüm kar beyazını da. Alını da morunu da..
Çocuklar gördüm. Cana can katan. Yüreklerinin temizliği yansımasa da çamurlu yüzlerine, evlat gibi sevdim onları. Ailemsiz geçirdiğim günlerde kendime minik ellerle çekirdek aileler kurdum. Anası da ben babası da ben olan...

Öğretmek için geldiğim dağlarda  öğrenmeye yenik düştüm. Korkuyu, yalnızlığı, soğuğu öğrendim zerreme kadar. Düştüğüm anlarım da oldu lakin çocuklarım sardı yaralarımı. Yoldaş oldular soğuğun karanlıklarında bana. Yar oldular. Evlat oldular.

Yirmi beş senemde göremeyeceğim kadar hayat gördüm ülkemin doğusunda. Hayatımın en büyük dersini aldım meslek hayatımın ilk yıllarında..

Şimdi evlat acısını gömüp sol yanıma bırakıp aklımı buralarda gidiyorum ben hayali kurulan batılara..


Vakit tamam.

Hoşça kalın dağ çiçeklerim...