21 Kasım 2011 Pazartesi

Babam

Bembeyaz toprağın ardından ağıt yakan baba yüreği görülmeye değer mi acaba?

Havanın soğukluğu mu yüreğimin soğukluğuna neden olan yoksa dün gece yağan ilk kar tanesi mi? Toprak yerine gönlüme mi düştü ki acep şu melet? Yer çekimimi galip gelemedi yürek çekimime yoksa?

Dün gece yağan kar tanesi mi peki bu yüreğimden çıkıp gözümden akan? Ah sevilmeye layık değil bu kara kış. İç soğutanın iç ısıtanı derbeder etmesi ne hazmedilesi zordur bir tek kış günü doğanlar bilir…

Kış günü doğanlar… Karşılarına çıkan ilk engebenin bedeni üşüten olmasına göğüs germekle görevlendirilenler, ta kendileri işte; güneşi bilmem kaç ay sonra görenler, sarıyla çok sonra müşerref olanlar yahu... Acınacak bir hal değil midir ki bu?

Baba yüreği…

Ne de tabiri, tasviri, betimlemesi zor bir tamlama.Belirtisiz olarak adlandırılmış ana dilimin anayasasında lakin belirttiği ne de çok şey var aslında…
Ey okur! Bir okusana sen de “baba yüreği”ni. Bir resmetsene gözünün karasına babanın yüreğini. Ne de çok renk var ona dair yakışan… Kırmızının kanı, beyazın safı mavinin derini ve yeşilin teni…Hiç yeter mi ki babana sen söyle hadi?

Kapımızda konaklıyor yeni yıl. Yaşanılmaya mı meraklı ne? Ne var ki acep heybesinde? Ne getirecek bize peki bizden götüreceklerine kıyasla? Tutacak mı yerini bu yılın? Sığabilecek mi bu senenin yerine? Dar mı gelecek acep yoksa belinden mi düşecek?

Babalara gelsin… Şu yaşanacak dört mevsim var ya hani kapınızda elleri karla dolu bekleyen babalara armağan olsun bu seneden…

Elime devrilen kelamlarım fısıldıyor kulağıma hadi artık koyuver şu noktayı diye…

Lakin anlatamıyorum ki öznesi baba olan cümlenin sonlandırılamayacağının imkânsızlığını…

Sen söyle hangisi yakışır ki babanın ardına?

Ve ben tüm Türkçeye inat noktasız bitiriyorum yazımı baba ocağımda…

BABAM SAĞ OLSUN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder